Geçen yıl Doruk Dağcılık Kulübüyle Bafa gölü kenarında kurduğumuz kamp dönüşünde Muğla-Milas yolu üzerinde Çomakdağ-Kızılağaç köyüne konuk olduk.Yaklaşık 500 yıl önce Oğuz Türklerinin on ok boyunun yöreye yerleşmesi ile kurulmış,taş evleri ,kaya bacaları ,tavan ,kapı ve pencerelerindeki ağaç işlemeleri , yüzyıllardır değişmeyen örf ,adet ve geleneklerini yaşatan şirin bir köy burası.Köyün mimari üslup taşıyan evleri yörede çıkan yazın serin ,kışın sıcak tutma özelliğine sahip bir taştan yapılıyor.Taştan yapılmış bacaların tepelerinde yarım ay ya da kartal başı şeklinde figürler dikkatimizi çekti.Bu köy iki köyün birleşiminden oluştuğu için iki isme sahip.Köye vardığımızda tüm köylüler meydanda toplanmıştı.Önce köy düğünü olduğunu düşündük.Daha sonra 23 Nisan kutlaması olduğunu öğrendik.Şimdiye kadar 23 Nisanın bu kadar güzel bir düğün havası içinde kutlandığını görmek çok hoşuma gitti.Çomakdağ'ın kadınları çok süslü ve rengarenkler.Başlarına çemperi adı verilen ipek örtülerinin kenarına değişik renkte çiçekleri iliştiriyorlar.
Alınlarına ise sarı sarı tuğra adı verilen Osmanlı altınlarını takıyorlar.Bu köyün erkeklerinin işi gerçekten çok zor çünkü köy erkekleri evlenecekleri kadınlara 25 -33 arasında tuğra vermek zorunda ve düğünlerde dört gün sürüyor.1.gün damadın evine Türk Bayrağı dikiliyor,köy meydanında dibek dövülüyor ve zeybek oynanıyor,kız evine nişan sepeti götürülüyor.2. gün gelin hamama götürme,kına yakma.Gelinin arkasından oğlan çocuğu dolaştırılıyor ki ilk çocuğu erkek olsun.3. gün gelinin başına kırmızı bir örtü örtülüyor.Damat ve gelinin başında akide şekeri parçalanıyor.Bunun sebebi de evliliklerinin muhabbetli ve tatlı bir şekilde sürmesi için.At süsleniyor ve gelin evinden alınıyor.4. gün gelin kayınvalidesinin ve kayınpederinin elini öpüyor.Köy meydanında düğün eğlencesi akşama kadar sürüyor.Köy muhtarından Çomakdağ-Kızılağaç köyünün son yıllarda kültür turiziminde oldukça önemli atılımlara imza attığını öğrendik.Kuşadasından bu köyün düğünlerini izlemeye bir çok turist geliyormuş.Köyün nefis gözlemelerinden yiyip, yayık ayranından içmeden bu köyden gitmek olmazdı.Her şeyin bir sonu olduğu gibi ziyaretimizde sonu geldiğinde arabalarımıza binerek bu güzel köyden ayrıldık. Süslü ve rengarenk kıyafetleri ,çemperilerinde çiçeklerle geleneklerini sürdüren sıcak kanlı köy kadınları ve bu kadar süsten sonra nazar değmesin diye boyunlarına bağladıkları nazar boncuklarıyla sizleri hiç bir zaman unutmayacağım.24 Haziran 2013 Pazartesi
14 Haziran 2013 Cuma
Orda Bir Köy Var Uzakta (2)-Darkale Köyü
Manisa'nın Soma ilçesine bağlı güzel bir köy Darkale.Eski adları Trakhoula ve Tarhala.Soma'nın ilk yerleşim yeri olan bu köyün ismi Trakhoula sözcüğünden geliyor Rumca taşlık,kayalık kent anlamına geliyor.Daha sonra değişerek Tarhala olmuş.Osmanlılar zamanında köye Darkale adı verilmiş.Bu köyde sanki zaman durmuş.Köye girer girmez bu duygu kapladı benliğimi.Bende bu duyguyu yaratan köyün sessizliği ve cumbalı evleri.Köy kuzey ve güney yamacındaki iki sarp tepeye kurulmuş ,köy eveleri bu yamaçlarda yer alıyor.Bir çok aile ekonomik koşullar yüzünden köyü terkederek şehir merkezine yerleşmiş.Köydeki bir çok ev kaderine terk edildiği için bakımsızlıktan viraneye dönmüş.Konuştuğum köylülerden şu an köyde yaşayan bir kaç aile olduğunu öğrendim. Köyün nüfusu yaz aylarında artıyormuş.Bu köyün en dikkate değer özelliklerinden birisi de doğal güzelliklerinin ve tarihi yapısının bozulmamış olması.Köyün tarihi bir çamaşırhanesi bulunuyor.Eskiden köylü kadınlar haftanın belirli günleri toplanıp bu çamaşırhanede çamaşırlarını yıkarlarmış ama artık kullanılmıyor.Bu köye fotoğrafçılık kulubünün misafiri olarak geldim.Kulüp üyeleri bana o kadar sıcak ve samimi davrandılar ki kendimi kulübün daimi üyesi olarak hissettim.Fotoğraf çekimimiz bittikten sonra dinlenmek ve bir şeyler içmek için köyün meydanındaki şirin köy kahvesine girdik.Çaylarımızı içerken köylülerle sohbet ettik.İnsan bu köyde sessizliğin sesini dinleyebilir.Köyden ayrılma vakti geldiğinde yine bir hüzün kapladı içimi sonra arka koltukta oturan tatlı yaşlı kulüp üyelerinin köye giereken gördüğümüz Trakhoula tabelasıa kızlar işte burası Drakulanın köyü diyerek yaptıkları espiri geldi aklıma gülümsedim.
2 Haziran 2013 Pazar
Dere Kahve ,Gizli Cennet
İzmir'in boğucu sıcağı ve gürültüsünden kaçmak için bir haftasonu yine düştüm yollara.Bu sefer istikamet Tire.Önce Kemalpaşa Armutlu diye çıktım yola sonra Tireye gitmeye karar verdim.Tirenin olmazsa olmazı Dere Kahve.Doğayla tarihin buluştuğu,yeşilin değişik tonlarından oluşan muhteşem bir yer burası.Ortada gürül gürül akan bir dere ve kuş sesleri çayınızı içerken size huzur veriyor.Tiredeki dinler arasındaki uyumunun bir sembolü aynı zamanda burası.Önceleri Tiredeki Hiristiyan Rumlar tarafından kullanılmış daha sonrada inşa edilen mescitle müslümanlar kullanmaya başlamış burayı.Dere Kahvede bulunan kafelerde çayınızı veya kahvenizi içerken buranın keyfini çıkarmak ayrı bir huzur veriyor insana.Arabanız yoksa bile bu güzelliği görebilirsiniz.İzmirden önce izbanla Cumaovasına oradan da Trenle bu güzelliğe ulaşabilirsiniz.Ben bu yolu izleyerek aynı zamanda nostaljik bir tren yolculuğuda gerçekleştirmiş oldum.Salı günleri Tirede pazar kuruluyor.Tirenin değişik köylerinden gelen köylüler yetiştirdikleri ürünleri bu pazarda satıyorlar.Köy yumurtasından doğal sabunlara kadar bir çok şey satılıyor bu pazarda.Eğer arabanız varsa gitmeniz gereken bir yer daha var.Kaplan dağı burası adeta küçük bir karadeniz.Bu dağda yemek yiyebileceğiniz restoranlar mevcut.Tireden dönmeden önce karadut şebetini içmek gerek.Bir gün yolunuz Tireye düşerse Dere Kahveyi görmeden geçmeyin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)